24 Mart 2006

İSTANBUL GEZİLERİ!!...

Bildiğiniz gibi daha önce sizlerle paylaşmaya çalıştığım bir Kapalıçarşı gezim vardı ve fakat yemeklere kendimi kaptırdığım için (evet itiraf ediyorum Livvarcin!!!...) tüm resimleri çekememiştim.

İşte sizleri bu görüntülerden mahrum bırakmamak için kendimi feda ederek!! tekrar bir Kapalıçarşı yolculuğu yapıp eksik tüm resimleri çektim arkadaşlar. İnanın Havuzlu Restoran'da yediğimi menüyü bile değiştirmedim :))

Ama öncesinde daha önce uğramamış olduğum Fess Cafe'de kahve, pardon sahlep içtim. Yanında da çok lezzetli bir acıbadem kurabiyesi ile...

Sonra biraz dolaşıp, ufak tefek alışverişler yapıp Havuzlu Restoranın yolunu tuttum. Yukarıda da dediğim gibi daha önceki menünün aynısını isteyip tek tek resimleri çektim.
Yediklerimin lezzeti yine muhteşemdi!!...

Geçenlerde de İstanbul'un sıcak bir gününden faydalanarak bir de İstiklal Caddesi gezim oldu.

Sabah Gloria Jeans'de güzeeel bir kahvaltı yapıp (bak Livvarcin sen söylemeden yazayım, karnımı doyurmadan resim çekmek aklıma gelmediği ve sonrasında da resim çekecek bir şey tabağımda kalmadığı için bunların da resimleri yok!!...) Tünel'e doğru yürüdük arkadaşım Dilek'le.

Yürürken tüm eski binaları durup,dakikalarca seyretmeyi ve yorum yapmayı ("ah çok paramız olsa ,burayı alsak, restore edip otursak....") da ihmal etmedik. Gerçi bizi dışardan seyreden birisi ne yaptığımızı merak etmiştir ama öyle güzel yapılar var ki insan daha da ayrıntılı incelemek istiyor.

Neyse, Tünel'i geçip doğru Galata Kulesi'ne geldik. 10 yıldır İstanbul'da olmama rağmen daha önce yakınına bile gidememiş olduğum Galata Kule'sinin tepesine bu sefer çıktım.


Manzara inanılmazdı. Tam biz yukarıdayken öğlen ezanı okunmaya başladı. Muhteşemdi!!!.....

Sonra, canımız Türk kahvesi istedi. Nerede içebiliriz diye etrafımıza bakınırken Anemon Hotel'i gördük.

Burası İstanbul'un en iyi manzarasına sahip yerlerinden biriymiş. Hemen terasına çıktık veee çok doğru bir seçim yaptığımızı gördük!!...

Gerçi kahvesi için aynı görüşü paylaşamayacağım ama (telvesi çok fazlaydı, ben de telvesini içemediğim için kahvenin yarısı kaldı!!..), çevremizdeki manzaradan gözümüzü alamadığımız için çok da önemli değildi.

Bu arada burası geceleri ışıklandırılmıyormuş, sadece Galata Kulesi'nin ışıkları ve mumlarla aydınlatılıyormuş. Dolayısıyla da etraf çok daha güzel görünüyormuş, özellikle de civardaki bina kirliliği göze batmıyormuş.

Kahvemizi de içtikten sonra tekrar aynı yoldan geri dönerken acıktığımızı fark edip Asmalımescit'teki House Cafe'de bir mola verdik.

Eveeeet.....

Güneşsiz ama sıcak bir İstanbul gününü de böyle geçirip, evlerimize döndük...

Epey bir yer dolaşmışız di mi?...

20 Mart 2006

SAFRANLI KEK

Bu haftasonu evdekilere birşeyler yapayım derken Dr.Oetker'ın tariflerinden birini denemeye karar verdim.

Safranı daha önce tatlıda hiç kullanmamıştım, annem de biraz kuşkuyla yaklaştı ama herşeyin bir ilki vardır değil mi?...

Şimdi , malzemeleri size yazmadan önce belirtmek istediğim birkaç nokta var.

* Kek malzemelerinin orjinalinden bir değişiklik yapmadım. Eğer ilk deneyeceğim bir tarifse malzemeleri değiştirmeyi sevmiyorum ben.

* Malzemelerde bir değişiklik yapmadım ama ekleme yaptım:)) Evde daha önce yaptığım portakal şekerlemesi vardı, içine biraz ondan kattım.

* Üstünün glazürü için tarifteki pudra şekeri gözüme fazla gözüktüğü için ve de elimde ancak 1 bardak bulunduğu için bu ölçüyle yaptım. Tarifteki 3 çorba kaşığı su az geldi, ben biraz daha eklemek zorunda kaldım. Ama şunu söyleyebilirim ki bu miktarla bile üstü çok tatlı tatlı oldu. Aslında glazürsüz bence daha güzel!!...


125 gr. margarin
1 su bardağı toz şeker
3 yumurta
1/2 çay bardağı süt
2 su bardağı elenmiş un
1 pk. kabartma tozu
1 pk. vanilya
1 çay kaşığı safran
- Fırınınızı 170 derecede ısıtın.
- Yumuşak margarini 5 dk. mikserle çırpın.
- İçine 3 yumurta sarısı, toz şeker, vanilya, süt, un, kabartma tozu, ve safranı tek tek ekleyip her birini 1/2 dk. çırpın.
- Ayrı bir kapta 3 yumurta beyazını kar haline gelinceye kadar 3 dk. çırp ve bunu tahta kaşıkla diğer malzemenin içine karıştır. Ben çırpmadan önce 1 çimdik tuz ekledim ki yumurta kokusunu alsın...
- Yağlanmış kek kalıbında pişir.
- Soğuyunca üzerine glazürünü dökün.
* 1,5 su bardağı pudra şekeri, 3 yemek kaşığı sıcak su ve 1 çay kaşığı safranla karıştırılacak. Ama yukarıda da dediğim gibi glazürdeki şeker bana fazla geldi...
Afiyet olsun!!....

16 Mart 2006

ANNE OLMAK...

Aslında bugün yazmayı planladıklarım çok farklı şeylerdi.

Geçen sefer yiyip de resmini çekemediğim Havuzlu Restoran'ın leziz yemeklerini, halamın taaaa Malatya'lardan gönderdiği İçli Köfteleri ve annemin geçen hafta yaptığı Keşkeki anlatacaktım size.

Ama bu sabah liseden sınıf arkadaşımın gönderdiği bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.

Okulu olmadığı için hiçbirimizin baştan öğrenemediği, deneme yanılma yoluyla çabaladığı ama hep en iyisi olmak istediği bir görevimizi anlatmış gönderdiği yazı.

Buyrun;

"OKSİJEN MASKELERİNİZİ TAKIN!!..."

Psikolog Ebru Yilmaz tarafindan kaleme alinan bu yazida bakin neler yaziyor:

Uçaklarda yapilan bir anons vardir. Tehlike durumlarinda oksijen maskesini annelerin önce kendilerine sonra çocuklarina takmalari önerilir. Siradan gibi görünen, belki de defalarca duydugumuz bu anons, aslinda çocuk egitimi ile ilgili çok önemli bir felsefeyi içinde barindirmaktadir. Ögrenilen annelik rolünde çocuk hep önceliklidir. Ama çocugunu kurtarmaya çalisirken, anne kendisini yok ettigini fark etmez çogu kez. Anne nefessiz kalirsa çocugu kurtarma sansini tamamen yitirmis olacaktir.
Elbette ki çocuklarin öncelikli oldugu durumlar olmalidir. Ama bu öncelikler anneyi yok edecek öncelikler olmamalidir. Toplumumuzda annelik rolü ile "saçini süpürge etme" deyimi birlikte düsünülür. Anne kendinden vazgeçip, durmaksizin çocuga bir seyler vermeye baslayinca istemese de, aksini iddia etse de çocuktan beklentisi çok yükselir. Çocuk bu beklentileri bugün ya da gelecekte karsilayamayacaktir. Anne de böylesine vermisken, karsilik alamadigini düsünüp büyük hayal kiriklari ile bas basa kalir. Hepimizin çevresinde, belki çok yakininda çocuklari için gençligini feda etmis anneler vardir. Böylesi bir iliskinin saglikli olmasi beklenemez. Anne çocuklarina hiçbir zaman ödeyemeyecekleri bir borç vermistir. Koskoca bir yasamin bedelini hiçbir evlat ödeyemez. Ömür boyu minnet duyulan bir iliski dogar; ki minnet duyularak kurulmus bir iliski, saglikli bir iliski için hiç de tercih edilen bir biçim degildir.
Ve bir gün gelir, beklentisi su ya da bu sekilde karsilanmayan anne, "senin için neler yaptim der", aldigi cevapsa çok can acitici olabilir; "yapmasaydin..." Aslinda bu cümlenin alt yazisi annenin canini acittigi gibi, çocugun da canini acitmaktadir. Çocuk "Yapmasaydin da beni böyle borçlu birakmasaydin... Yapmasaydin da ben de kendimi daha özgür hissetseydim... Yapmasaydin da benden bu kadar çok sey beklemeseydin... Yapmasaydin da kendimi mutlu ve iyi hissettigim anlarda bu kadar suçluluk duymasaydim..."
Çok can acitici degil mi sizce de? Çevremizde siklikla rastladigimiz, çocuk dogunca hayattan istifa eden anneler vardir. İslerini birakirlar, kendileriyle ilgilenecek vakitleri yoktur, sosyal çevrelerinden yavas yavas izole olurlar, esleriyle iliskileri neredeyse ayni evde yasayan iki arkadas gibidir. Çocugun dogumuyla hayat sanki durmustur. Aradan dört bes yil geçer, artik ufaklik büyümüs ve okul çagina gelmistir. Simdi ne olacak? Haydi, sil bastan mi? Ya da depresyon mu? Bildigimiz bir sey var ki böylesine annelik odakli bir yasamda, çocukla kurulan iliskinin, bir bagimlilik iliskisi olmasi kaçinilmaz.
Kendimize bazi sorular soralim. Bakalim annelik odakli bir yasamimiz mi var:

- En son ne zaman kiz arkadaslarla bulusup, yemege gittiniz?
- En son ne zaman kendi basiniza bir kitapçiya gidip, yeni çikan kitap ve albümlere göz attiniz?
- En son ne zaman esinizle romantik bir aksam yemegi yiyip, el ele sokaklarda gezdiniz?
- En son ne zaman is çikisi arkadaslarinizla bir kahve içtiniz?
- En son ne zaman esinizle bas basa bir tatil yaptiniz?

Bu sorularin yanitlari "çoook uzun zaman oldu, hatirlamiyorum" türündense, anneligi yasayisiniza bir daha bakmak lazim. Eger anne mutluysa çocuk da mutlu olacaktir. Anne mutsuzsa, kisisel birtakim tatminler yasamiyorsa, okudugu çocuk gelisimi kitaplari pek de ise yaramayacaktir.
Kisaca; ögrendiginiz annelik rolüne kendinizle ilgili eklemeler ya da çikarmalar yapmazsaniz, yani kendinizi mutlu kilmazsaniz, bu uzun soluklu yolculukta çabuk yorulmak, hatta bazen de tükenmek kaçinilmaz olacaktir.
Gelelim babalari neden muaf tuttugumuza... İtiraf etmek gerekirse babalar bu konuda annelerden daha iyiler.

Hayat "anne" olmaktan çok baska anlamlar da içerir. "Annelik" en önemlisi olabilir ama asla tek anlam olmamalidir.

14 Mart 2006

BAHAR.....

Hani şu baharı bir türlü getiremiyoruz ya İstanbul'a, geçen hafta Metrocity'de karşılaştım kendisiyle!!...

Öyle güzel süslemişlerdi ki çarşının içini, fotoğraflarını çekmeden yapamadım.....

Her taraf mis gibi kokuyordu...


07 Mart 2006

BENİM DÖRTLEMELERİM....

Sevgili Huysuz beni sobelemişti hayatımdaki 4'ler için;

YAPTIĞIM 4 İŞ
1- İngilizce dersi vermek (üniversite yıllarında)
2- Bankacılık (tam 13 yıl, 4 farklı bankada)
3- Yöneticilik
4- Sanırım Mayıs başından itibaren ev hanımlığı!!...

YAŞADIĞIM 4 YER
1- Ankara
2- Nottingham-İngiltere
3- Erzincan (ben bir asker kızıyım!!...)
4- İstanbul

SEVDİĞİM 4 FİLM
1- Moulin Rouge (bayılıyorum o şarkılara ve elbetteki Nicole Kidman'a)
2- Sliding Doors
3- Like Water for Chocolate (seneler önce New York'da seyretmiş ve accaip etkilenmiştim!!)
4- Noises Off (TV'de seyrettiğimde o kadar gülmüştüm ki odada uyuyan eşim uyanmıştı...)

SEVDİĞİM 4 TELEVİZYON DİZİSİ
1- BBC Prime'daki tüm dekorasyon programları
2- CSI-Miami, Lost,Grey's Anatomy
3- Gilmore Girls
4- Felicity

TATİL İÇİN GİTTİĞİM 4 YER
1- Her sene mutlaka Çeşme/Dalyan, Kuşadası, Samsun
2- Cancun, Meksika
3- Mısır
4- Hemen hemen tüm Avrupa ülkeleri / Fransa, Almanya,Hollanda,İtalya,Belçika,İngiltere,İsviçre
5- GAP gezisi
6- Kemer, Bodrum,Bozcaada,Ayvalık, Fethiye...
7- Amerika / New York, San Fransisco, Miami, Orlando
.... yaaa ben biraz gezmeyi severim de :+

EN SEVDİĞİM 4 YİYECEK
1- Hamur işleri (mantı, kolböreği...)
2- Her türlü etli/zeytinyağlı dolma - sarma
3- Tabii ki çikolata
4- Sushi

HEMEN ŞİMDİ OLMAK İSTEDİĞİM 4 YER
Tüm sevdiklerimle beraber dünyanın neresi olursa olur !!...

02 Mart 2006

KAPALIÇARŞI'DA BİR GÜN...


Dün İstanbul'da güneşli bir sabaha uyandık. Galiba sonunda bahar gelmeye karar verdi :)

Bir önceki gün bloglar arasında dolaşırken Banu'ya özenmiştim doğrusu!!.. Arkadaşlarıyla geçirdiği günü ballandıra ballandıra anlatmış.

Ben de arkadaşlarımla yapacağım Kapalıçarşı gezimizi sizlere anlatmaya karar verdim (nisbet mi yapıyorum ne?!..).

Evet... güneş tepemizde, arabalarımıza güzel bir park yeri bulmuş olarak yavaş yavaş Kapalıçarşıya doğru yürümeye başladık.

Biraz kuyumcu vitrinlerine baktıktan sonra, sabah kahvemiz için kısa bir mola verdik. Gerçi kahve fincanlarımız fal için çok uygun değildi ama muhabbetimiz süperdi!!...

Sonra girdiğimiz her dükkanda (çantacılar, gümüşçüler, dericiler...) ellemedik bir eşya bırakmadan öğlen saatini getirdik. Her Kapalıçarşı ziyaretimizde mutlaka uğradığımız HAVUZLU RESTORAN'da bir güzel yemeklerimizi yedik.

Aslında amacım bu gezinin her detayını fotoğraflayıp sizlerle paylaşmaktı ama :(( sıra yemeklerimizin resimlemeye geldiğinde şarjım bitti!!!...

"Tam Teçhizatlı Kameraman Cevat Kelle" kadar olamadım yani.

Oysa ki yediğimiz dönerin, beğendinin, zeytinyağlı enginarın ve nefis bamyanın resimlerini sizlerle paylaşmayı çok istemiştim. Aranızda orada yemek yiyenler mutlaka vardır ama eğer henüz gitmemiş olanlarınız varsa tavsiye ederim. Hem atmosfer hem yemekler mükemmel...

Çaylarımızı da orada içtikten sonra biraz daha dolaşıp, çanak çömlek inceleyip doğruca Divan Cafe'ye gittik. Kahvelerimiz geldiğinde kendime bir kez daha kızdım, çünkü öyle değişik bir fincanla getirdiler ki kahvelerimizi....

Neyse, en kısa zamanda tekrar bir ziyaret organize edip, bu sefer eksik kalan her detayın resmini çekeceğim!!...