30 Aralık 2007



Esas kutlamayı yarın yapacağız ama biz 2 gündür YENİ YIL kutlamalarımızı yapıyoruz. Resimdeki güzel pastayı da Cuma günü KIZLAR'la yaptığımız partimize Sevgili Elif getirdi. Ne kadar şık değil mi?


2008'de görüşmek üzere...

24 Aralık 2007

EN TATLI HEDİYELER

Sevgili Burçin'in düzenlediği "EN TATLI HEDİYELER" etkinliği bence harika bir seçim... Yılbaşı demek hediye demek çünkü!... Değil mi?!...

Aslında aklımda birden fazla fikir vardı ama bu hafta o kadar yoğunum ki ancak aşağıdaki KIŞ İÇECEĞİ'ni yapabildim.

Ben her yılbaşında hediyelerimi mümkün olduğunca kendim yapmaya çalışıyorum. Bu senede yukarıda gördüğünüz malzemelerden bir içecek yaptım.

Kullandığım malzemeler;

  • Çubuk tarçın - yarım parça
  • Yıldız anason - 1 adet
  • Kakule - 2 adet
  • Tane karabiber - 4 adet
  • Karanfil - 1/4 tatlı kaşığı
Bu malzemeleri yuvarlak kestiğim tülbente koyup ağzını güzelce bağladım. Sonra keçeden yapılmış keselerin içlerine doldurdum.

Her bir kesenin içine;

"Kupanızın içine 1 tane küçük bez torbayı koyup, içini sıcak elma suyu ile doldurun ve 3-5 dk demleyin"

diye yazdım.

Soğuk kış günlerinde arkadaşlarımın işine yarayacağından eminim :)




16 Aralık 2007

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN :)

HEPİNİZİN KURBAN BAYRAMI KUTLU OLSUN...

BEN ANKARA'YA GİDİYORUM, DÖNÜŞTE GÖRÜŞÜRÜZ :)

12 Aralık 2007

YE#29 ZEYTİNYAĞLILAR

Bu sefer tembellik yapmayıp "YE#29 Zeytinyağlılar" etkinliğine katılabildim!... Sıcak Paylaşımlar'dan Sevgili Aysel çok güzel bir konu seçmiş. Ben de annemden öğrendiğim ve çok severek yediğim "PATLICAN PAÇA" yaptım.

Patlıcan'ın her türlü yemeğini çok sevdiğim için yazları bir kısmını közleyip bir kısmını da kızartarak derin dondurucuya kaldırıyorum. Hormon kullanıldığı için mevsimi dışında sebze ve meyve tüketmek istemiyorum. Bu yemeği yaparken de yazdan kalma patlıcanlarımı kullandım.

Dediğim gibi ben bu tarifi annemden öğrendim. Annelerden öğrenilen tarifler de bilirsiniz ki genelde "göz kararı" olur. Bu da öyle bir tarif ama ben bu sefer yaparken malzemeleri ölçerek kullandım.

Önce 3 tane patlıcanı tamamen soydum ve yaklaşık 3 parmak kalınlığında keserek rengi hafif sararıncaya kadar kızarttım ve kağıt havlu üzerinde bir kenara koydum.

Sonra 1 adet soğanı piyazlık doğrayıp biraz zeytinyağı koyduğum tencerede kavurdum. Soğanlar hafif şeffaflaşmaya başlayınca 3-4 diş sarmısağı küçük küçük doğrayıp soğanların yanına ekledim.

Yemeği bol kırmızı renkli sevip, kışın domates tüketmeyi sevmediğim için yazdan domates rendeleri hazırlayıp kavonozlara dolduruyorum ben. Bu yemekte de 8 kaşık domates rendesi kullandım ve sarımsakla soğanın yanına domatesleri de ekleyiverdim. Dedim ya yemekte kırmızı rengi severim diye, 1 yemek kaşığı salça da ekleyince kırmızının tonu tam istediğim gibi oldu.

Bu dörtlüyü biraz kavurunca içine 3 kesme şeker ve 4 yemek kaşığı üzüm sirkesi ekleyip altını iyice kıstım. Haaa.... bu esnada tadına bakmayı da unutmayın ki tuzunu istediğiniz gibi ayarlayabilin!...

Kısık ateşte yaklaşık 15 dk kaynattım. Çok sulu olmaması lazım, ben yaklaşık 4-5 yemek kaşığı su ekledim.

Sonra kızarmış patlıcanları da bu karışımın olduğu tencereye koydum. İyice kısık ateşte ara sıra suyuna da bakarak patlıcanlar yumuşayıncaya kadar ağzı kapalı olarak pişirdim.

Pişerken hiç karıştırmadım ama arada bir domatesli sosu kaşıkla patlıcanların üzerinde gezdirdim ki lezzet her yere eşit şekilde dağılsın.

Ağzı kapalı soğutup, ılınınca servis tabağına aldım ve maydanozla süsledim.

Hepinize afiyet olsun :)


10 Aralık 2007

ELMALI TARÇINLI KEK



Martha Stewart'ın sayfasını sık sık ziyaret ederim. Geçenlerde de evdeki elma stoğunu eritmek için elmalı tarifler ararken Apple-Cinnamon Bundt Cake tarifini buldum ve hemen denedim. Gayet lezzetli ve hafif bir kek oldu. Tarifte üzerine glaze yapıp dökmüşlerdi ama bana glaze çok tatlı geldiği için yapmadım.


Malzemeler:

(Ölçüler CUP olarak verilmiş)


2,5 cup un

1 yemek kaşığı tarçın

2 tatlı kaşığı kabartma tozu

1 tatlı kaşığı tuz

1/2 tatlı kaşığı karbonat

1 cup erimiş tereyağ

1,5 cup kahverengi şeker

4 büyük yumurta

6 granny smith elma/küp şeklinde kesilmiş



  • Un, tarçın, kabartma tozu, tuz ve karbonatı bir kapta karıştır. Ben hepsini elekten geçirdim.

  • Derin başka bir kapta erimiş ılınmış tereyağ, kahverengi şeker ve yumurtaları çırp.

  • Tereyağ, yumurta, şeker karışımına kuru malzemeleri ekle ve karıştır.

  • Spatula ile elmaları teker teker karıştır.

  • Yağlanmış kalıba döküp, önceden ısıtılmış fırında 50-60 dk. pişirin. Ben pişirme süremi tam hatırlamıyorum ama sanırım daha kısa sürede pişiridim, kürdan testi yapıp fırından çıkardım.

Bu kekle de bitmeyen elmaların kalan kısmıyla da tarifini daha önce verdiğim ELMA REÇELİ'ni yaptım. Bu reçelimi çok seven eşim bayram etti walla :)


06 Aralık 2007

ÇİN SEYAHATİ - II

Gezimizin 2. durağı XIAN şehriydi. Buraya gelmemizin tek nedeni de yukarıda resimlerini gördüğünüz "Qin Terra Cotta Warriors and Horses" müzesi... Buradaki askerler ve atlar gerçek boyutlarda ve zamanın şavaşçılarının tüm özelliklerini en ince ayrıntılarına kadar taşıyorlar.

Bu askerlerin bulunması da tamamen tesadüf eseri olmuş. 1974 yılında kuyu açmak isteyen bir köylü tarafından bulunmuş. 16.300 m2'lik bir alana yayılmış 3 binadan oluşuyor. 1.Pit 1979 yılında Çin Ulusal Günü'nde açılmış.

3 binanın içinde 7.000 eser var (askerler, atlar,silahlar...) Askerler tam bir savaş düzeni içinde sıralanmışlar. Çoğu tamir edilebilmiş.

Bu müze 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası kapsamı içine alınmış.


Gerçekten etkileyici bir yerdi. Şansımıza da kapalı olan hava biz otele döndükten sonra yağmura döndü!... Ama ne yağmur!... Bütün gece gök gürültüsü ve şimşekler hiç durmadı. Hatta sabah erken Şangay uçağı için havaalanına giderken bazı yollar (aynı bizdeki gibi!) yağmur sularıyla kapanmıştı.



Zorlu bir uçağa yetişme yolculuğu sonrasında Şangay'a indik... Burada da bizi gökdelenler karşıladı. Veeeee bol bol yabancı!...

Pekin ve Xian gezilerimizde gerek sokakta gerekse turistik yerlerde bizim gibi yabancı turist oranı yerli turiste göre çok azdı. Hatta sarışın , yeşil gözlü olan oğlumla en az 5-6 kişi fotoğraf çektirmek istemişti!...

Şangay'da ise uluslararası firma veya bankalarda çalışan çok fazla sayıda Avrupalı ve Amerikalı var. Bunun en büyük etkisini ise nerede hissediyorsunuz biliyor musunuz?... Tuvaletlerde...

Evet, 4 günlük ızdırap burada bitti. Ülkemizde veya herhangi bir Avrupa ülkesinin alışveriş merkezlerinde alışık olduğumuz temizlikteki tuvaletlere bu şehirde kavuşabildik!...

Yukardaki kolajda çok şeker bir Çinli kız çocuğu var. Bu ırk küçükken çok şirin oluyor da büyüyünce çirkinleşiyorlar (oğlumun yorumu bu)!... Bu kız çocuğu da diğerleri gibi büyükanne ve büyükbabası ile geziyordu. Malum Çin de 1 çocuktan fazlası YASSAK!... Anne ve babalar çalıştığı için de çocuklara büyükler bakıyor. İş saatlerinde istisnasız hep 3'lü gruplar halinde dolaşıyorlar. Akşam ailecek yedikleri yemeklerde de bu sayı en fazla 7 kişi olabiliyor!...



Tepenizden şu devasa köpekbalığının geçtiğini düşünün. İnsan ürperiyor değil mi? Bu resimler Şangay televizyon kulesinin yanındaki akvaryumdan. Bu akvaryumda (sanıyorum) Dünyanın en uzun cam tüpü içinde yürüyebiliyorsunuz. Kaç metre olduğunu şimdi hatırlayamıyorum ama bu ve benzeri balıklarla epey uzun bir yürüyüş yaptık. Korkusuz balıkadamların dalışlarını izledik. Ama en heyecan vereni de köpekbalıklarıydı.

Bunların dışında eşimin sürekli gidip geldiği bir şehir olduğu için çok hoş ve keyifli restoranlarda yemekler yedik , ayaklarımız şişene kadar da yürüdük.

Kaldı Hong Kong...

Onu da bir sonraki yazımda anlatırım artık :)

03 Aralık 2007

NE GÜNLERE KALDIK ?...

Hürriyet gazetesinden Mehmet Y. YILMAZ'ın bugünkü yazısını aşağıya kopyaladım. Hoş birçok gazetede bu haber vardı ya...
.........
Hoca’nın nefesinin jinekolojik sonuçları;
Kadın-doğum uzmanı Dr. Alp Nuhoğlu, geçenlerde Amerika’ya gittiğinde Fethullah Gülen’i de ziyaret etmiş. Hatırlayacaksınız, Dr. Nuhoğlu ile eşi Zeynep Tokuş’un prematüre bir bebekleri oldu. Zamanından çok önce doğan bebek, ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele ediyordu. Fethullah Hoca, görüşmeleri sırasında bebeğin durumunu sormuş ve üzerinde dua yazılı, kendisine ait bir altını doktor beye vermiş."Bunu al, oğluna tak. Merak etmeyin, Allah’ın izni ile iyi olacak" demiş.Doktor Bey, İstanbul’a döndüğünde ne görsün: Bebek iyileşmiş, rahatça nefes alıyor, annesinin sütü ile beslenebiliyor!Dr. Nuhoğlu, Vatan’da, "Hoca Efendi’nin duasının tuttuğuna inandığını" anlatıyor.Uzun süredir Kıbrıs’ta açmayı planladığı tüp bebek merkezinin ruhsat işlemleri de bu arada şıp diye olmuş. Doktor Bey, bunu da Hoca’nın "nefes kuvvetine" bağlıyor.Çaresiz durumdaki cahil insanların hocaların nefes kuvvetinden yararlanmayı ümit etmeleri ve bu tür doğaüstü olaylara inanmalarını anlayışla karşılıyorum.Bu işe yaramasa bile psikolojik bir rahatlama sağlayacak bir şeydir.Ama pozitif bilime inanması gereken, üstelik de tıpta böyle mucizelere yer olamayacağını en iyi bilebilecek durumda olan bir hekimin buna inanmasını anlayabilmek güç.Hadi kendisi inandı diyelim, bunu gazetelerde anlatması ve başka insanları da buna inanmaya teşvik etmesi ne oluyor?Bundan sonra Alp Bey’in hastalarına acaba böyle bir hizmeti de olacak mı?Öyle ya, ne gerek var Kıbrıs’ta bir tüp bebek kliniği kurmaya?Hoca, Alp Bey’e bir iki dua gönderir, bütün fertilite problemleri dünyanın parasını harcamaya gerek kalmadan çözümleniverir.Bence Tabip Odası ve Tıp Fakülteleri bu konuyu görmezden gelmemeli.Alp Bey’in, jinekolojiye bu katkısını iyice incelemeli ve kendisini Nobel Tıp Ödülü’ne de aday göstermeli.
........

01 Aralık 2007

PRENSES'İMİZİN ODASI!...



1999 yılından beri ailemizin bir üyesi olan Prenses'imiz son günlerde pek bi keyifli...

Neden biliyor musunuz?...


İstanbul'da yaşayan bir Ankara'lı olarak bize gelen misafirlerimiz genelde yatılı oluyor. Bu nedenle evimizde bir tane misafir yatak odası vardır.


Geçenlerde çalışma odası ile misafir yatak odasını değiş tokuş edelim dedik. Daha küçük bir odaya aldığımız misafir yatak odasını süslemek için de ufak tefek birşeyler alıp bunları bir heves yerleştirdim. Benim bu heyecanıma Prenses'de katıldı elbette ve heyecanla odanın içinde zıplayıp durdu (ki bu Prenses için son derece şaşırtıcıdır çünkü kendisi günün 23,5 saati uyuyan uyuşuk bir kedidir!...).


Her neyse sonraki günler eşimin uyarısıyla fark ettim ki, bizim Prenses misafir yatak odasından dışarı çıkmıyor. Yemek ve tuvalet ihtiyacını hemen giderip doğruca bu odadaki yatağa dönüyor ve yatağın en ortasına uzanıp başlıyor horlamaya...


Geceleri benim ayak ucumdan başka yerde yatmayan Prenses 1 haftadır yanımıza uğramıyor.


Yani anlayacağınız bizim tatlı Prenses'imiz yeni düzenlediğim misafir yatak odasını kendisine yaptığımızı zannediyor!...


Yatılı misafirimiz geldiğinde ne yapacağız bakalım :)