30 Kasım 2006

ARKADAŞLARLA GÜZEL BİR GECE...

İstanbul'a Ankara'dan geldiğimi biliyorsunuz. 1995 Aralık ayında geldik, yani 11 seneyi bitirmişiz!... Ben o dönem (merhum!) İktisat Bankası'nda çalışıyordum. Ankara Şubesi'nden Genel Müdürlüğe gelmiştim. Tamam asker kızıyım diye taşınmaya alışıktım ama İstanbul'da çok az tanıdığımızın olması başlarda bizi zorladı. Bir de tam o dönemde hamile kalıp aşırı duygusal bir ruh haline girince İstanbul'u bir türlü sevememiştim.
Ankara'da yaşarken haftasonlarında İstanbul'a gezmeye gelmek güzeldi de yaşamak pek bi hoşuma gitmemişti.
Neyse 1996 Eylül'ünde Bartu'yu doğurdum ve 1997 Ocak ayında işime geri döndüm.
İşte herşey de o zaman başladı!...
Doğum iznine ayrıldığım dönemde beraber çalıştığım ekipten sadece 1 kişi vardı bölümde... Tanımadığım 3 kişi (1 bayan, 2 erkek) gelmişti ben yokken. İlk günler beyli hanımlı hitaplarla konuşurken bir baktık ki inanılmaz bir ekip olmuşuz biz. Hem deli gibi çalışıyor hem de accaip eğleniyorduk. Sonra eşler/nişanlılarla tanışıldı. Ev ziyaretleri başladı. Bartu'ya arkadaşlar geldi. Nişanlılar evlendi. Gruba yeniler eklendi, sonra ayrıldı!...
Ama biz 5 arkadaş ve eşlerimiz ve de çocuklarımız hala aynı sıcaklıkla görüşüyoruz :)
İşte bu yemek bizim 10 yıllık dostlarımıza ve de bu dostlarımız içinden bir arkadaşımızın yeni terfisi için verildi.

Menü şöyleydi;

İrmikli tavuk
İran pilavı


Ispanaklı yıldız börek / Mekanımız Mutfak
Zeytinyağlı sarma
Kereviz salatası
Pastırmalı humus
Paul tarzı meyveli tart /
Pastacı


Vişneli (ama ben kayısılı yaptım) yoğurtlu pasta / Mutfak Güncesi


Gördüğünüz gibi menümde bloglardan epey bir faydalandım. Dolayısıyla bu tarifleri anlatmayacağım, sevgili blog arkadaşlarım öyle detaylı ve güzel anlatmışki sayfalarından bilgileri alabilirsiniz.

Ben sizlere sadece İrmikli Tavuk tarifini verebileceğim...
Aslında İran Pilavı'mda çok ilginç ama o tarifi
SERAP'dan öğrenmiştim, blogunda kendisi yazacak...
İrmikli Tavuk yemeğini ilk kez, yeni blog açan arkadaşım
ÇİĞDEM'de yemiştim ve çok hoşuma gitmişti.

Malzemeler:

6-8 parça tavuk kalça (bütün olarak da kullanabilirsiniz, ben yemesi kolay olsun diye kuşbaşı doğradım)

1 soğan

5 diş sarmısak

1 tatlı kaşığı zencefil

1 tatlı kaşığı pul biber

1 çay kaşığı safran

1 yemek kaşığı kimyon

1 yemek kaşığı kekik

1 limon kabuğu rendesi

275 gr. irmik

300 ml. tavuk suyu

tuz ve karabiber

sıv yağ

Yapılışı:

1- Soğanı ince kıyıp, sarmısağı döv ve sıvıyağda kekik hariç diğer baharatlarla kavur.

2- Tavukları ilave edip, 2-3 dk. tavuklar sosa iyice bulanacak şekilde pişir. Sonra hepsini fırın kabına boşaltıp üzerine 1 çay bardağı kaynar su, limon kabuğu rendesi, tuz ve karabiber ekleyip 180 derece ısıtılmış fırında 50 dk. pişir.

3- Üzerine kekik ilave edip 10dk sonra fırından al. Bu aşamada orjinal tarifte 225 gr.siyah zeytin de ekleniyor ama ben eklemedim.

4- Servis yapmadan 30 dk. önce irmiği düz bir tabağa yay, üzerine 1 yemek kaşığı yağ ve kaynar tavuk suyunu ekle. Tuz ekip karıştır, 15 dk. dinlendir.

5- Dinlenmiş irmiği karıştırıp, fırında 5 dk ısıt.

6-Üzerine tavukları koyup, 5 dk daha fırında tuttuktan sonra servise hazırdır.

İrmikle beraber nefis baharatlarla pişmiş bu tavuk gerçekten çok lezzetli arkadaşlar !...

22 Kasım 2006

ALAMANYA ... ALAMANYA !...


Eveeet... işte son Berlin maceramız!!...

Posta İdaresi hem beni hem de Serap'ı mahcup ederek 3 günde getirdi CD'yi. Ama benim oturup bu yazıyı yazmam ancak gerçekleşti!!...

Ben çocukken dayımların orada yaşaması nedeniyle neredeyse 2 senede bir Almanya'ya giderdik. Daha doğrusu bir sene onlar gelirdi bir sene biz giderdik. Ama Berlin'e değil, Iserlohn diye küçük bir kasabaya. Biz çocuklar, 5 kişilik bir çete halinde dolaşırdık!.. Accaip eğlenirdik :) tam anlamıyla sokak çocuğu olurduk anlayacağınız!...

Ama büyüdükçe Almanya'nın ne kadar sıkıcı bir yer olduğunu keşfetmeye başladım tabii. Adamların sokakları 19.30 dediniz mi boşalıyor!... Sokakta yürürken sadece kendi ayak sesini duyuyor insan... Sonra diyelim ki günlerden Pazar ve sizin ekmeğiniz bitti... İmkanı yok açık bir yer bulamazsınız!!... Yani akraba ziyareti olmasa pek de gidilecek bir yer değil!...

Ancaaaaak ne zaman ki Serap'lar Berlin'e taşındı ben de o zaman her yerini keyifle gezdiğim bir Dünya Şehri'yle tanıştım... Gezilecek o kadar çok yeri var ki bu şehrin, o kadar gitmeme rağmen hala bitiremedim!...


Her Avrupa şehrine gittiğimde büyük bir keyifle ve biraz da kıskançlıkla bakmaya doyamadığım eski mimariye sahip binalardan burada da bolca mevcut.

Yukarıdaki resimlerin büyük bir çoğunluğu Müze Adası denilen bölgede çekildi. Bergama Müzesi hariç hemen hemen tüm müzelerine gittim. Bergama'yı da protesto ettiğim için görmedim. Yurtdışındaki müzelerde Türkiye'den kaçırılan eserleri görünce accaip sinirleniyorum da!... Ama oğlumla eşim gittiler. Bartu öyle bir anlattı ki bir daha ki sefere gitmem farz oldu. Artık sinirlerime hakim olmam gerekecek...

Biliyorsunuz Berlin'de bir KÜÇÜK TÜRKİYE var!.. Doğu Batı ayrımı varken Doğu sınırının kıyısına Türkleri yerleştirmiş Almanlar. Sonra duvarlar yıkılıp da her iki yaka da birleşince kalmış mı Kreuzberg şehrin tam ortasında!!... Eeee kaderin cilvesi işte...


Bunlar gibi o kadar çok örnek var ki bu semtte. İnanmayacaksınız ama yazlık sineması, pazarı, kuyumcusu, mısırçarşısı bile mevcut!...

Hani Almanlar diyor ya " 10 senedir burada yaşayıp tek kelime Almanca bilmeyenler var" diye... Adamlar haklı!... Burada yaşarken Almanca bilmenize gerek yok ki. Sokak afişleri bile Türkçe!...

Doğu Berlin - Batı Berlin demişken adamların hala duvar parçaları sattığını söylesem!... Artık hangi boyalı duvar parçası bilemeyeceğim ama?!...


Eskiden sınır böyleymiş!...

Hani filmlerde izlerdik ya!... Her iki tarafın casuslarının değiş tokuş edildikleri nokta...


Şimdi böyle poz veriyorsunuz Checkpoint Charlie denilen bu noktada!... Batı tarafına bakan yönde kocaman bir Doğu Alman askerinin resmi, doğuya bakan yönde ise bir Amerikan askerinin resmi var. Bu arada şu Amerikan askeri gibi poz veren Almanla resim çektirmek de paralı!... 1 €... (Paralı resim çektirdik demişken birşeyi belirtmeden duramıyacağım; Berlin'de hangi alışveriş merkezine giderseniz gidin aynı eskiden Türkiye'de olduğu gibi kapıda tuvaletçiler var!.. Yani buralar da paralı...)

Altta kalan resimde de Bartu ile babasının tam duvarın eskiden olduğu yerdeki ayaklarını görüyorsunuz. Bartu Doğuda babası da Batıda!...


Bu da Berlin'deki Soykırım Anıtı!... Labirent gibi yapmışlar, yükseklikler de değişiyor. Yani aralara girip kaybolabilirsiniz!...

Sokaklarda yürürken bile soykırım izlerini görebiliyorsunuz. Kaldırımları üzerinde küçük yazılar var. "Bu evde oturan kişiler şu tarihte öldürülmüşlerdir" diye... Altında da kişilerin adları ve doğum tarihleri var.

Bu kocaman top en çok Bartu'nun hoşuna gitti...

Tepesine tırmanmayı beceremeyince her tarafından resim çektirdi!...

Avrupa şehirlerinde en çok hoşuma giden şey, en umulmadık yerde karşınıza çok ilginç heykeller çıkabiliyor!...

Yani "...tükürürüm böyle sanatın içine..." diyenler yok!..

Hazır Bartu bu koca topla oynarken biraz romantik takılalım demiştik canım kocacımla ama resmin sağ alt tarafında da görebildiğiniz gibi Bartu bey bizi görür görmez canhıraş koşmaya başlayıp aramıza giriverdi!...

Kreuzberg diyip bu resmi koymamak olmazdı!...

Ne ilginç bir fikir değil mi?

Tam yazımı bitiriyordum ki aklıma geldi.

Serap'cım hani buz hokeyi maçının resimleri? Onlar çıkmadı CD'den...

Evet, hayatımda ilk kez bir buz hokeyi maçına gittim. Hem de VIP girişinden (sağolsun kuzenler!)...

Walla heyecanlı bir maçtı ama hiç kavga çıkmaması bir hayal kırıklığı yarattı doğal olarak!... Adamlar sakin sakin oynadılar. Hiç bizim televizyonda yada filmlerde izlediklerimize benzemiyordu...

17 Kasım 2006

İLK AŞK...



Ben bugün Kanyon'da bu filme gittim...

Film bittiğinde tutuldum kaldım!...

Kimi arasanız oynuyor...

Çetin TEKİNDOR, Vahide GÖRDÜM, Tarık PABUÇÇUOĞLU, Halit ERGENÇ, Dolunay SOYSERT, Erol GÜNAYDIN, Ayşen GRUDA, Şenay GÜRLER, Okan YALABIK ve bir de iki tane muhteşem çocuk oyuncu!...

Müzikler harika... Fahir ATAKOĞLU'ndan!...

O kadar sade oynuyordu ki herkes, kendimi sinemada değil de o evin içinde bir köşede hissettim!...

Biraz kırmızı gözlerle çıkıyorduk ki salondan Halit ERGENÇ'in sesinden inanılmaz bir şarkı başladı fonda.

Donduk kaldık!...

Bitene kadar yerimizden kıpırdayamadık...

Yani, mutlaka gidin görün diyorum...

16 Kasım 2006

NASIL GEÇTİ HABERSİZZZZZZ ......



Geçen sene Ramazan'da keşfettiğim Portakal Ağacı sayesinde bir anda kendimi BLOGLAR ALEMİ'nde buldum!...

Bizim Pastane, Sibel'in Kahvesi ilk müdavimi olduğum bloglardı...

Hatta ilk yazımı yazdığımda sürekli bloguma girip girip duruyordum acaba birileri yorum bırakmış mı diye...

İlk yorumu da Bizim Pastane'den Sevgili Zinnur göndermişti... Ne mutlu olmuştum :))

O günden sonra bir sürü blog eklendi takip ettiklerim arasına, bir sürü dostum oldu...

Hem Türkiye'nin dört bir yanından hem de farklı ülkelerden...

Bazı günlerde kendimi kaybedip bloglar aleminde 5-6 saatimi harcamaya başladım. O kadar çok kişinin yazdıklarını okumak istiyordum ki... Saatin nasıl geçtiğini anlayamadan akşam oluyordu!!...

Evimde kendimize ya da misafirlerimize yapacağım yemekleri sizlerle paylaşmayı hedeflerken bir de baktım ki her telden yazılar yazmışım!...

*Kimi zaman kedimiz Prenses'i...

*Evimdeki yılbaşı süslerini...

*Bir dönemler bloglar arasında yaygın olan SOBELERİ...

*El emeğimle yaptığım ürünleri/hediyeleri...

*Gerek İstanbul içinde gerekse yurt dışına yaptığım gezileri...

*Evimde ani olarak ortaya çıkan tamiratı...

*Evime aldığım mobilyalar ile geliştirdiğim IKEA ustalığımı ...

*Doğumgünümü...

Sizlere anlatmışım...

Sizler de hep benimle olmuşsunuz...

Teşekkür ederim :)

13 Kasım 2006

TATİL DÖNÜŞÜ....

Bayram tatili biteli epey oldu ama ben anca sizlere yazabiliyorum... Ama bir eksikle!!...
Tatil fotoğraflarım yok!!!...
Evet arkadaşlar, ne yazık ki bu Berlin seyahatimde fotoğraf makinemi unuttum:(
İmdadıma kuzenim SERAP'ın fotoğraf makinası yetişti ama çektiğim resimleri mailla göndermek uzun olunca Serap'da CD'ye çekmiş ve postayla göndermiş.
Biz de bekliyoruz...
Artık ne zaman elime geçerse sizlerle paylaşacağım...

Ama öncesinde her Berlin seyahatimde uğramadan duramadığım
BAHLSEN fabrika satış mağazasından aldıklarımı sizlere gösterebilirim.

Bunlar aldıklarımın birkaçı!!...

Satış mağazasının bulunduğu sokağa girdiğiniz anda muhteşem bir koku yayılıyor etrafa. Bir de bunun üstüne kahve kokusunu düşünün!!... Evet Bahlsen fabrikasının hemen yakınında bir de kahve fabrikası var!!... Daha mağazaya girmeden kendini kaybediyor insan... Tabii bir de fiyatların burada satılan Bahlsen ürünlerinin 1/4'ü kadar olduğunu söylersem...

Sonra bir de bunlar var...

Üstteki yenilebilir kağıtmış arkadaşlar!!...

Serap gösterdi, alltaki harfli süslerle beraber hemen aldım :)

En kısa zamanda bir deneyip sizlerle paylaşacağım...

Sonra bir de bu alet var...

Merak ettiniz di mi?...

Bu bir ETİKET YAZMA aleti arkadaşlar...

Benim gibi baharat canavarıysanız ve de kavanozlarda şekilsiz olan etiketlerden hoşlanmıyorsanız bu alet tam size göre...

Böyle bir aleti bulduğum için accaip sevindim!!...

İlk fırsatta tüm kavonazları elden geçireceğim :)

Bu arada tatilden resimler olmadan döndüm ama onun yerine bir misafir getirdim oralardan. Serap'ın büyük kızı bizim orada olduğumuz günlerde sürekli Hukuk Fakültesi bitirme sınavlarına girip durdu. Kızcağız 2 haftada tam 45 saat sınava girip epey yorulduğu için annesi ve babası sürpriz yapıp onu bizimle 1 haftalığına İstanbul'a gönderdiler :))

Gezmeyi ve ALIŞVERİŞ yapmayı çok seven bir çift hatun olarak tahmin edebileceğiniz gibi İstanbul kazan biz kepçe dolaştık durduk.

Hatta Almanya'dan başka bir arkadaşımızın da İstanbul'da olmasını fırsat bilip onlara İstanbul'un iki farklı yüzünü görebilecekleri bir gezi bile yaptırdım!...

Sabah önce Eminönü ve Mısır Çarşısı ile başlayan turumuz Kapalıçarşı ile devam etti. Kapalıçarşı içinde epey dolaştıktan sonra Divan Cafe'de kahve içtik.

Sonraki durağımız Nişantaşı'ydı....

Arjantin'li olan arkadaşımız gözlerine inanamadı. Havanın güzel olmasıyla bütün o sosyetik hatunlar sokaklara doluşmuş!!.... Beymen'de oturduğumuz süre boyunca nereye bakacaklarını şaşırdılar...

Sabahtan türbanlı ve (ne yazık ki) çarşaflıları görüp, öğlenden sonra dergilerden fırlamış hatunları görmek Arjantin'li arkadaşımızı epey bir şaşırttı!!...

Bayram sonrası 1 hafta da böyle geçti ve geldi oğlumun Yunanistan gesizi. Oğlumun gittiği okul yaklaşık 5-6 senedir her sene 5.sınıf öğrencilerini 10.Kasım tarihinde Selanik'e götürüyor. Bu sene de bizim sıramız geldi. Daha önce de defalarca okul gezisine çıkmış olmasına rağmen ilk defa bizden ayrı yurtdışına çıkıyor olması ve de bizim görmediğimiz bir yere gidiyor olması nedeniyle epey heyecanlıydı.

Şanslarına orada oldukları 4 gün boyunca hava çok güzeldi. Önce Edirne'yi gezip ardından Kavala'ya geçtiler. Geceyi orada geçirdikten sonra Selanik'e gelip 10.Kasım'da ATA'mızın evinin bahçesinde harika bir konser verdiler (ben orada değildim ama okuldaki provalarını gözlerim dolu dolu dinledim!!...). Sevgili öğretmenimiz de çocuklarımızın konserinden sonra bizlere çok güzel bir mesaj gönderdi ve "...çocuklarımız çok güzel bir konser verdi. Biz çok gururlandık, sizler de çocuklarınızla gurur duyun" dedi.

Cumartesi günü Gümülcine ve Dedeağaç'ı gezerek geri geldiler. Tabii ki hepsi çok yorgundu ama çok da eğlenmişlerdi.



Yukarıdaki çörekleri de oğlum getirdi. Sanırım CRYSTAL bahsetmişti bu çöreklerden... Muhteşem bir lezzet, harika bir tad... Yemeye doyamıyoruz!!...

Yunanistan'da yaşayan blogger arkadaşlar... Sevgili EVCİLKEDİ den Tülin, sevgili KOMŞUDA PİŞER BİZE DE DÜŞER'den Papatya... bunun tarifini biliyorsanız bizimle paylaşın olur mu?

Bu yazıyı yazarken bir taraftan kahvemi içiyor bir taraftan da çöreklerimi yiyiyorum :)

Eveeet....

Bu da son keşfim...

Akşamları mutlaka içiyorum...

İçinde neler yok ki;

Mate yaprağı (?), rooibos,nane, adaçayı yaprağı, ginseng kökü, kakule meyvesi, zencefil kökü, tarçın kabuğu, kişniş meyvesi, limon mersini,karanfil çiçek goncası...

Tam kış akşamlarına göre anlayacağınız...

Epey uzun bir yazı oldu, şimdilik bu kadar!!...

10 Kasım 2006

10 KASIM 2006



"Çocukken Atatürk heykellerinin niye bu kadar yükseğe konduğunu bir türlü anlayamazdım. Bakarken boynum tutulur, güneş gözümü alırdı.
Halkın arasında yüzlerce güzel fotoğrafı olduğu halde resimlerinde niye hep yalnızdı? Bilemezdim.
Atatürk uzakta bir heykel ve yalnız bir resimdi...
Şiirler O'nu 'Çekilmis hançer bakışlar/Fikri döven şakaklar' diye tarif ederlerdi.
Şakaklar, fikri nasil dover, cozemezdim...
Son 300 gununu anlattigimiz 'Sari Zeybek'te bu heykel yere indi.
O'na dokunabildik.
O kadar ki belgesel, izleyicinin israriyla bir hafta icinde uc kez yayinlandi.
Izleyen dostlar telefon edip, o gece Ata'larinin serefine leblebiyle raki ictiklerini soylediler. Sasirdim!..
Son arzusu enginar yemekti. Ertesi gun pek cok evde enginar pistigini ogrendim.
Sevindim.
Bu da bir saygi durusuydu. Hem de gosterissiz, sade, ama icten bir saygi durusu...
Dizini yere vura vura zeybek oynayan bir adam, o uzanamadigimiz heykellerden daha yakindi bize...
Muzipce doktorlari kandirmasi, bakislariyla hancer cekmesinden daha etkileyiciydi.
Biz, 'sakaklariyla fikri doven' bir siir kahramanini degil, 29 Ekim'de pencereden bakarken gozleri bugulanan duygusal bir insani sevdik.
Ne yazik ki bizi okulda bu insanla tanistirmadilar.
'Sari Zeybek', bu gecikmis tanisiklik icin cesur bir ilk adimdir.
Umarim O'nunla yeni tanisacaklara ipucu verir.
Tabii tanistiracak olanlara da..."
CAN DUNDAR